14 Ekim 2014 Salı

Acele Bir Yazı

Ne de çok aceleciyiz şu dünyada. Halbuki Dünya'nın bile bir acelesi yokken dönmek için bu kadar milyar yıldır güneş etrafında. Sanıyoruz ki bir iş acele olunca Dünya'nın dönüş hızının önüne geçeceğiz, sanıyoruz ki biz herkesten çok göreceğiz. Bugünlerde gündüzler bile aceleci gece olmakta. Sadece gece yaşatmakta ona güvenmeyişimizin bedelini layıkıyla. O da her gönül kırışverişimize 9 ay taksitle. 

Dünden gelen hüsranlar kalkıp gitmemiş olmasına rağmen, onların üstüne yeni mutluluklar eklemekteki acelemiz, hayallerimize ait korsan çekim filmler izlettiriyor bize. Turşu için bile acele etmeden beklemek gerekirken, "Sahibinden, ihtiyaçtan acil!" başlıklı sevdalara kanıp karlı bir mutluluk yaşayacağımıza inanıyoruz. Elimizde kalansa; yağ yakan, "hasar kayıtlı" gönüller ve bu gönüllerin karşısına bolca çıkan "ben sağ, sen devam et" diyen kısa mesafe yolcularından başka bir şey değil. Dedim ya işte turşu için bile beklemek gerekiyor. Acele olan her şey; batmaz deneni batırıyor, bitmez deneni bitiriyor.

24 Eylül 2013 Salı

Umutsuzluk Özlemi

Uğruna bu kadar söz söylenmiş, film yapılmış, şarkı bestelenmiş kaç tane sözcük vardır? Tabi ki "Umut" tan bahsediyorum. Hayatımızda var olan en temel motivasyon ögesidir belki de umut. Yitirilmesi ile imkansızlık arasında saliselik bir yakınlık vardır. Ya umut vardır ya da imkansızlık yani. Biraz düşündüğünde yaşamın temel standartlarının umut etmek-ummak- üzerine kurulduğunu hemen fark ediyor insan. Hiç sayan oldu mu acaba bir insan rutin işlerle uğraştığı bir gün içinde kaç defa bir şeyleri umut eder? 5,10,20... kendisinin değiştiremeyeceğine inandığı her şeyi umut eder insan ki zaten burada umut, arasında beraberken çok sık sigara ve çay tükettiği dostu "hayal" ile iyi bir işbirliği içindedir.  Geç de olsa "Rüya" girer kırılmış bir balkon kapısından sızan soğuk ve anlamlı rüzgara eş değer olan muhabbete ve gün biter.

İnsanoğlu umut eder. Her daim güzeli olsun ister, daha iyisi için umut eder. Umut o kadar kolay harcanabilir bir kredidir ki hiç düşünmeden hesapsız kitapsız harcarsın. Tavlada sana gelecek bir çift için de umut edebilirsin, çift dingilli bir otobüsü kullanmak için de. Umut seni sevmeyen birinin gözlerinin içinde de olabilir "belki sever" diye tarayabilirsin onu orada ya da kaybetmek üzere olduğun birinin son tebessümlü bakışında. Umut bazen "şimdi bozulma lütfen" diyerek çevirdiğin bir kontak anahtarındadır, bazen güncellenmek bilmeyen bir mail kutusunda. Bir bakarsın müşterinin "sana güvendim" bakışında çıkar karşına, bir bakarsın gölgesi kendisinden büyük olan adamın çaresiz bir yalanında. Umut değişmeyecek olanı değiştirecek, gelmeyecek olanı getirecek ve sevmeyecek olanı sevdirecek olan tatlı-sert savunma oyuncusudur. Umut bazen sinsi bir avcıdır, seni verdiğin doğru sandığın kararlardan bir tanesinin ardından hiç acımadan avlayan. Bir kaybediş hikayesinin ayakta kalan son fedaisidir, "daha bitmedi, ben bitti demeden bitmez" repliğini ego işbirliğiyle sana söylettirebilecek kalleş bir eski dosttur bazen de. Umut varlıktan öncesini bilmeyi istemektir doğumdan ölümedir umut, bir kadının hiç durmayacak gibi akan göz yaşındadır, bir erkeğin hiç bitmeyecek gibi görünen anlamsız inadındadır. Umut okulda, umut televizyonda, umut ailede, maçta, pazarda, ve henüz tanışmadığın insandadır. Gelmemiş trende, durmamış saatte ve ölmemiş kalbin bürokratik bir memur gibi çalışan anlamsız sızlanışındadır.

9 Eylül 2012 Pazar

"Uzun Süre" Sonra

Hiç farkında olmadan kullansak da, söylendiği ve ya yazıldığı kadar basit bir anlam ifade etmez bu iki kelime. İnsanların çoğu ömür dediğimiz toplam yaşama süresinin içinde mümkün olan en çok tadı almak, en çok yeri gezmek, en çok parayı kazanmak, en sağlıklı hayatı yaşamak gibi amaçların ne kadarını gerçekleştirebildiğinin  hesabını yapar. Bu iki kelime ise bu kısıtlı sürenin içindeki hareket alanının daha az parçaya bölünmesi anlamına geldiği için genelde olumsuz çağırışımlar yapar. "Uzun süre" bilgisayar başında oturmak sağlığa zararlıdır mesela, ya da bir bilgisayar oyununun yüklenmesi uzun sürüyorsa bu zamanımızın boşa gittiği anlamına gelir ve yine sevilmeyen taraf uzun süre olur.

"Uzun süre" sevilmez çünkü; uzun süre aynı yemeği yersek ilk aldığımız tadı alamamaya başlarız. Uzun süre aynı işte çalışırsak ilk günkü heyecanımızı kaybetmeye başlarız, Uzun süre aynı yerde yaşarsak gidecek bir yer bulamayarak sıkıntıdan patlarız. Sırf uzun süre alacağı için hiç konuşulmayan konular, yarım kalmış duygular söylenmemiş sözler vardır mesela. Uzun süreli ilişkilerin bitmesi de bu yüzden istenmez belki ama çözümü uzun sürecek diye bitmeyen kavgalar vardır, ve yine gitmesi uzun sürecek diye gidilmeyen yerler bir de gelmesi uzun sürecek diye gitmesini istemediğimiz kişiler...Uzun sürmesini istediğimiz anlar vardır fakat onlar da kısa sürdüğü için yine düşman biliriz kendimize bu iki kelimeyi.

Uzun süre insanoğlunun ömrünün kaybolmaması, boşa harcanmaması için düşman ilan edilmiş iki kelime, bir sıfat tamlaması. Kimisi için mümkün olduğunca kısaltılması gereken, kimisi için yaşandıkça yaşanması gereken...

19 Kasım 2011 Cumartesi

Birbirini Sevmeyenler Ülkesi

Zamanın birinde kralın biri insanlarından birini yanına çağırıp " sen bu ülkeye benden sonra gelecek yeni kral olacaksın ama söylediklerimi yapman gerekiyor" demiş.Yoksul ve sıradan hayatından bıkmış bu adamın gözlerinin kömür içindeki elmasın parladığı gibi parlaması kralı bu adamın aradığı adam olduğu konusundaki düşüncelerini pekiştirmiş.
Bir süre sonra şehirde huzursuzluklar meydana gelmiş.Dönem gereği yoksullar zenginleri sevmiyorken şimdi yoksullar yoksulları, zenginler de zenginleri sevmemeye başlamış.Zenginler kendi aralarında "kim daha güçlü" yarışına girmişken yoksullar ise "kimin daha çok zengin tanıdığı var" yarışına girmeye başlamışlar.Sebebiyse çok geçmeden anlaşılmış...Kral tüm halkına yakında tahtı bırakacağını ve zenginlerden bir tane yoksullardan da bir tane kral adayı seçip onları halkına sunacağını belirtmiş.Halk ise çağın hiçte gereği olmayan bir şekilde oy kullanarak kralın seçtiği bu iki adamdan birini seçecekmiş.Kralın seçim günü yaklaştıkça zenginlerin ve yoksulların kendi içlerindeki çatışmalar ölümlerle sonuçlanmaya başlamış,krallık için lobicilik yapmaya çalışan yoksullar birbirlerinin ayağını kaydırmak için yarışırken zenginler ise kimi nasıl satın alacakları konusunda anlaşmazlıklara düşüp,ikili oynayanlar yüzünden rüşvet fiyatlarının yükselmesiyle çözüme ulaşamadan birbirlerini öldürmek için yoksul insanlar tutmaya başlamışlar.Zaman ilerledikçe kral seçim yapmakta güçlük çektiğini ve biraz daha zamana ihtiyacı olduğunu söylemeye başlamış sonra biraz daha sonra biraz daha ve biraz daha...
Zengin oğlu zenginler ile yoksul oğlu yoksulların canlarını ve mallarını kaybettikleri bu bitmez mücadele sonunda kalanlar sadece yoksullar olmuş.Kral bu olaylar yaşanmadan önce taht vaadettiği yoksulu yanına çağırıp tebrik etmiş ve bunu nasıl başardığını sormuş.Yoksul "siz benden sizin gücünüze erişecek hiçbir insanın bu ülkede var olmamasını istediniz beni ise bunu yapmam karşılığında bu ülkeye sizden sonra gelebilecek tek güç olmakla ödüllendireceğinizi söylediniz.Sözünüze güvendim çünkü büyük annem sizin de bir kraldan söz alarak tahta geldiğinizi söylemişti.Ülkenizin iyiliğini istiyormuş gibi halklara oy kullanacaklarını söylediniz onları "gerçekten iyi " olduğunuza ikna ettiniz.Bana ise yapacak çok şey kalmamıştı sadece yoksullara önce zenginliğin nasıl bir şey olduğunu anlattım arkasından ise sizin bu fırsatınızın onların zenginlere karşı kazanacakları bir zafer olarak görmelerini sağladım.Yani onlar aslında "iyi" bir şey yapacaklarını sandılar.Zenginlere ise sonsuzluğu vaadettim, onların parası vardı ama güç istiyorlardı yoksullardan daha fazla hırslıydılar çünkü en yakın onlardı.En azından öyle zannetmelerini sağladım.Sonuç olarak zenginler zenginleri yoksullar yoksulları ve yoksullar para karşılığı zenginleri öldürdü ve herkes yoksul kaldı.Hem mutlu olmak hem zengin olmak isteyenlerin hayalleri, onların "eski dost düşman olmaz" ve "düşmanımın düşmanı dostumdur" sözlerini bulmalarıyla son buldu".Aynı onların hayatları gibi çelişkili bir ifadeyle: "dostumun dostu eski düşmanımdır"

4 Kasım 2011 Cuma

Resmi Dil Yarası

"Aynı dili konuşmak" önemli bir koşuldur iletişimin sağlığı açısından.Eğer mesaj kaynağından kodlandıktan sonra hedefe gönderilip uygun kod açımı yapıl....şeklinde devam etmicem tabiki.Teknik açıdan açıklaması bu şekilde devam etmesi gerekse de ben daha çok insanın konuşmadan aynı dili konuşmasını kastediyorum.Görebilirsiniz bu çevrenizde hani o ilk görüşte değerlendirme dediğimiz aşamada.Konuşabileceğiniz ve konuşamayacağınız insanlar vardır aslında etrafınızda.Görürsünüz ama bir şey diyemezsiniz çünkü anlamaz o sizin dediğinizi ya da onun size diyeceğini anlamamaktan çekinirsiniz.
Sosyal çevre öyle kötü bir şeydir ki sosyal olmanız için konuşmanız gerekirken sus pus olursunuz ya olanı da kaybedersem diye.
İmkansızlıkları çıkartır ortaya bu düşünceler.Hani hep o tutan fakir-zengin aşkları buradan çıkmaz mı zaten.Statünün dile yani sosyal çevreye olan etkisinden.Dil bilmediğiniz için giremediğiniz işler değil mekanlar vardır mesela.Ya da eğitim seviyesinin sizden aşağıda olduğunu bildiğiniz birine bir şey anlatırken hissettiğiniz o acaba boşuna mı konuşuyorum durumu vardır yüzünüzde ki her mimikte.Sanayide arabanızın derdini anlamaya çalışan ustanın karşısında çaresiz bırakır bazen dilsizlik sizi.O kadar kitap okumuşsunuzdur o kadar film izlemiş bir sürü eğitim sertifikanız yüksek notlu diplomalarınız olmuştur, zaman zaman toplumun üst kesiminden kişilerle ahbap oluyor, alt kesimin ne yaşadığını iphone nunuzun ekranına düşen haberlerden görüyorsunuzdur ama o an geldiğinde yani tüm bunların işe yaramaz bir şey gibi bir kenara itilip,tamirhanedeki ustayla başbaşa kaldığınızda "ustam nedir benim külüstürün sorunu" diyemiyorsanız o an kaç dil bildğinizin hangi okuldan mezun olduğunuzun ya da cv nizde kaç yüksek statülü kişinin referansı olduğunun bir önemi yoktur.Kurabileceğiniz en basit cümlelerle her insanla iletişim kurabilmektir resmi dil.Farklı alanların farklı terimlerini bilmek değildir aynı dili konuşabilmek. Aynı sözcükleri farklı yerlerde farklı insanlarla konuşabilmektir.Sosyalleşmek seni sen yapan çevrede yaşamak değil,her çevrede sen gibi yaşayabilmektir.Aynı dili konuşabilmek dileğiyle...

24 Eylül 2011 Cumartesi

Pencere


Pencere deyip geçmemek gerekir.Hayatımızdaki yeri ve önemi çok belli olmasa da büyüktür aslında pencerelerin.Mesela insanın sosyoekonomik statüsünü belirlemek içi yardımcı olur.Bir pencere vardır duvarla tavanın birleştiği yerdedir.Senin yerin altında yaşadığını ve yerin üstündeki güzellikleri göremeyecek seviyede olduğunun simgesidir.Sadece sana güneşi verir o da günün belli saatlerinde.Bir pencere vardır duvarla ve tavana eşit mesafededir.Örneğin bilindik apartman pencereleri.Bunlar sana dışarıyı görme imkanı da sunar diğerinden farklı olarak.Yani sen üsttesindir. Dışardakileri görüp onlardan hangilerine sahip olmak istediğine karar verirsin yeni tercihler seni beklemektedir.Bazı pencereler vardır sahibi gibi heybetlidir.Tavandan tabana kadardır.Dünyaya yukarıdan bakanlar içindir.En çok eşitliği savunan fakat en büyük eşitsizliği yaratanlar bu pencerelerden bakanlar.Bazı pencereler vardır hayatta bunlar bir hikayenin bitişini yeni bir hikayenin ise başlayışını işaret ederler,bir trenin penceresidir mesela iki sevgiliyi birbirinden ayıran ya da bir otobüsün penceresidir gidecek ve geri gelmeyecek olanların hikayelerinin son bulduğu ve başladığı yer.Ofisinde oturup denize karşı kahveni içebiliyorsan bunu o pencere sayesinde yapıyorsundur.Sadece o pencereye sahip olabilmek için çalışırsın hayatın boyunca ya da karınca kararınca... bunu da belirleyen senin babanın penceresidir aslında.Sonuç olarak pencerelerdir bize sahip olduklarımızı,olabileceklerimizi ve olamayacaklarımızı gösteren.Hikayeler bitirip hikayeler başlatan ve hepsinden önemlisi nerede olduğumuzu belli eden.Hayatınıza güzel pencereler açabilmeniz dileğiyle...

15 Eylül 2011 Perşembe

Beşiktaş kazanınca Türkiye'de mi kazandı?

Maça diyecek laf yok.Uzun zamandır bir Türk takımının yabancı bir takıma karşı oyun temposu açısından üstünlük kurduğu bir maç izlememiştim.Dün gece (14 Eylül) Trabzon İnter'i yenmesine yendi ama üstün bir oyunla değil tabiki.Herneyse konuyu dağıtmadan iki takımımıza da Avrupa'da başarılar dilerim.
Esas söylemek istediklerim bunlar değil tabiki.Daha psikolojik açıdan baktığımda gördüğüm şu dur ki maçtan önce "Burada futbol oynanacak, buraya bugün siyaset karışmayacak" diyen Ertem Şener'in bile Beşiktaş'ın 3.golunden sonra ipleri elinden kaçırması Türk milleti olarak büyük devletlere karşı bir "oh olsun" deme isteğimizi bastırdığımızla açıklanabilir. Nitekim daha önce de öyle olmadı mı ? Irak'ta Amerikan askerleri Türk askerlerinin başına çuval geçirdiğinde.Özellikle de milliyetçi kesim çok tepki göstermişti fakat hükümet gerekli sertliği gösterememişti.Hemen ardından çekilen "Kurtlar Vadisi Irak" filmi ile Türkiye Amerika'dan intikam almış oluyordu bizim insanımızın gözünde.Bir nevi içimizde kalan o intikam duygusunun şişkinliğini şırınga ile çekip aldı bu film.Daha yakın bir zaman da olan Mavi Marmara baskınından sonra her nekadar sosyal alemde videolar dolaşsa da İsrail'e karşı oluşan intikam şişkinliği aynı şekilde "Kurtlar Vadisi Filistin" ile alınmaya çalışıldı(Terör örgütü için Kurtlar Vadisi Terör dizi olarak yayınlanmak istendi fakat engelleri aşamadı, yoksa ordan da bir şişkinlik müdahelesi gelecekti)

Bugüne baktığımızda ise İsrail'e karşı oluşan tüm olumsuz tepkilere rağmen İsrail'in Türkiye'den Mavi Marmara ile ilgili özür dilememesi yeni bir şişkinliğe sebep oldu.Bilincli olarak yapmasa da Beşiktaş bugün birçok insan için bu şişkinliği aşağılara çekti.Yarın(16 Eylül) gazetelerde atılacak manşetler bugün Ertem Şener'in anlatmak istediği tarzda olucak "Onların Heronları varsa bizim de kartalımız var".Evet Türkiye bugün İsrail'e karşı sportif zafer kazandı iyi ki de kazandı.Ama Ertem Şener'in dediğinin aksine bu zaferi Heronlara karşı kazanmadı.Bu gidişle de kazanamaz.Kendi sanayisi, teknolojisi ve ekonomisi İsrail'den üstün olmadığı sürece Türkiye böyle olayları siyasete katar ve birileri bu şişkinliği böyle olaylarla hafifletmeye çalışır.
Olmasın böyle.