19 Kasım 2011 Cumartesi

Birbirini Sevmeyenler Ülkesi

Zamanın birinde kralın biri insanlarından birini yanına çağırıp " sen bu ülkeye benden sonra gelecek yeni kral olacaksın ama söylediklerimi yapman gerekiyor" demiş.Yoksul ve sıradan hayatından bıkmış bu adamın gözlerinin kömür içindeki elmasın parladığı gibi parlaması kralı bu adamın aradığı adam olduğu konusundaki düşüncelerini pekiştirmiş.
Bir süre sonra şehirde huzursuzluklar meydana gelmiş.Dönem gereği yoksullar zenginleri sevmiyorken şimdi yoksullar yoksulları, zenginler de zenginleri sevmemeye başlamış.Zenginler kendi aralarında "kim daha güçlü" yarışına girmişken yoksullar ise "kimin daha çok zengin tanıdığı var" yarışına girmeye başlamışlar.Sebebiyse çok geçmeden anlaşılmış...Kral tüm halkına yakında tahtı bırakacağını ve zenginlerden bir tane yoksullardan da bir tane kral adayı seçip onları halkına sunacağını belirtmiş.Halk ise çağın hiçte gereği olmayan bir şekilde oy kullanarak kralın seçtiği bu iki adamdan birini seçecekmiş.Kralın seçim günü yaklaştıkça zenginlerin ve yoksulların kendi içlerindeki çatışmalar ölümlerle sonuçlanmaya başlamış,krallık için lobicilik yapmaya çalışan yoksullar birbirlerinin ayağını kaydırmak için yarışırken zenginler ise kimi nasıl satın alacakları konusunda anlaşmazlıklara düşüp,ikili oynayanlar yüzünden rüşvet fiyatlarının yükselmesiyle çözüme ulaşamadan birbirlerini öldürmek için yoksul insanlar tutmaya başlamışlar.Zaman ilerledikçe kral seçim yapmakta güçlük çektiğini ve biraz daha zamana ihtiyacı olduğunu söylemeye başlamış sonra biraz daha sonra biraz daha ve biraz daha...
Zengin oğlu zenginler ile yoksul oğlu yoksulların canlarını ve mallarını kaybettikleri bu bitmez mücadele sonunda kalanlar sadece yoksullar olmuş.Kral bu olaylar yaşanmadan önce taht vaadettiği yoksulu yanına çağırıp tebrik etmiş ve bunu nasıl başardığını sormuş.Yoksul "siz benden sizin gücünüze erişecek hiçbir insanın bu ülkede var olmamasını istediniz beni ise bunu yapmam karşılığında bu ülkeye sizden sonra gelebilecek tek güç olmakla ödüllendireceğinizi söylediniz.Sözünüze güvendim çünkü büyük annem sizin de bir kraldan söz alarak tahta geldiğinizi söylemişti.Ülkenizin iyiliğini istiyormuş gibi halklara oy kullanacaklarını söylediniz onları "gerçekten iyi " olduğunuza ikna ettiniz.Bana ise yapacak çok şey kalmamıştı sadece yoksullara önce zenginliğin nasıl bir şey olduğunu anlattım arkasından ise sizin bu fırsatınızın onların zenginlere karşı kazanacakları bir zafer olarak görmelerini sağladım.Yani onlar aslında "iyi" bir şey yapacaklarını sandılar.Zenginlere ise sonsuzluğu vaadettim, onların parası vardı ama güç istiyorlardı yoksullardan daha fazla hırslıydılar çünkü en yakın onlardı.En azından öyle zannetmelerini sağladım.Sonuç olarak zenginler zenginleri yoksullar yoksulları ve yoksullar para karşılığı zenginleri öldürdü ve herkes yoksul kaldı.Hem mutlu olmak hem zengin olmak isteyenlerin hayalleri, onların "eski dost düşman olmaz" ve "düşmanımın düşmanı dostumdur" sözlerini bulmalarıyla son buldu".Aynı onların hayatları gibi çelişkili bir ifadeyle: "dostumun dostu eski düşmanımdır"

4 Kasım 2011 Cuma

Resmi Dil Yarası

"Aynı dili konuşmak" önemli bir koşuldur iletişimin sağlığı açısından.Eğer mesaj kaynağından kodlandıktan sonra hedefe gönderilip uygun kod açımı yapıl....şeklinde devam etmicem tabiki.Teknik açıdan açıklaması bu şekilde devam etmesi gerekse de ben daha çok insanın konuşmadan aynı dili konuşmasını kastediyorum.Görebilirsiniz bu çevrenizde hani o ilk görüşte değerlendirme dediğimiz aşamada.Konuşabileceğiniz ve konuşamayacağınız insanlar vardır aslında etrafınızda.Görürsünüz ama bir şey diyemezsiniz çünkü anlamaz o sizin dediğinizi ya da onun size diyeceğini anlamamaktan çekinirsiniz.
Sosyal çevre öyle kötü bir şeydir ki sosyal olmanız için konuşmanız gerekirken sus pus olursunuz ya olanı da kaybedersem diye.
İmkansızlıkları çıkartır ortaya bu düşünceler.Hani hep o tutan fakir-zengin aşkları buradan çıkmaz mı zaten.Statünün dile yani sosyal çevreye olan etkisinden.Dil bilmediğiniz için giremediğiniz işler değil mekanlar vardır mesela.Ya da eğitim seviyesinin sizden aşağıda olduğunu bildiğiniz birine bir şey anlatırken hissettiğiniz o acaba boşuna mı konuşuyorum durumu vardır yüzünüzde ki her mimikte.Sanayide arabanızın derdini anlamaya çalışan ustanın karşısında çaresiz bırakır bazen dilsizlik sizi.O kadar kitap okumuşsunuzdur o kadar film izlemiş bir sürü eğitim sertifikanız yüksek notlu diplomalarınız olmuştur, zaman zaman toplumun üst kesiminden kişilerle ahbap oluyor, alt kesimin ne yaşadığını iphone nunuzun ekranına düşen haberlerden görüyorsunuzdur ama o an geldiğinde yani tüm bunların işe yaramaz bir şey gibi bir kenara itilip,tamirhanedeki ustayla başbaşa kaldığınızda "ustam nedir benim külüstürün sorunu" diyemiyorsanız o an kaç dil bildğinizin hangi okuldan mezun olduğunuzun ya da cv nizde kaç yüksek statülü kişinin referansı olduğunun bir önemi yoktur.Kurabileceğiniz en basit cümlelerle her insanla iletişim kurabilmektir resmi dil.Farklı alanların farklı terimlerini bilmek değildir aynı dili konuşabilmek. Aynı sözcükleri farklı yerlerde farklı insanlarla konuşabilmektir.Sosyalleşmek seni sen yapan çevrede yaşamak değil,her çevrede sen gibi yaşayabilmektir.Aynı dili konuşabilmek dileğiyle...

24 Eylül 2011 Cumartesi

Pencere


Pencere deyip geçmemek gerekir.Hayatımızdaki yeri ve önemi çok belli olmasa da büyüktür aslında pencerelerin.Mesela insanın sosyoekonomik statüsünü belirlemek içi yardımcı olur.Bir pencere vardır duvarla tavanın birleştiği yerdedir.Senin yerin altında yaşadığını ve yerin üstündeki güzellikleri göremeyecek seviyede olduğunun simgesidir.Sadece sana güneşi verir o da günün belli saatlerinde.Bir pencere vardır duvarla ve tavana eşit mesafededir.Örneğin bilindik apartman pencereleri.Bunlar sana dışarıyı görme imkanı da sunar diğerinden farklı olarak.Yani sen üsttesindir. Dışardakileri görüp onlardan hangilerine sahip olmak istediğine karar verirsin yeni tercihler seni beklemektedir.Bazı pencereler vardır sahibi gibi heybetlidir.Tavandan tabana kadardır.Dünyaya yukarıdan bakanlar içindir.En çok eşitliği savunan fakat en büyük eşitsizliği yaratanlar bu pencerelerden bakanlar.Bazı pencereler vardır hayatta bunlar bir hikayenin bitişini yeni bir hikayenin ise başlayışını işaret ederler,bir trenin penceresidir mesela iki sevgiliyi birbirinden ayıran ya da bir otobüsün penceresidir gidecek ve geri gelmeyecek olanların hikayelerinin son bulduğu ve başladığı yer.Ofisinde oturup denize karşı kahveni içebiliyorsan bunu o pencere sayesinde yapıyorsundur.Sadece o pencereye sahip olabilmek için çalışırsın hayatın boyunca ya da karınca kararınca... bunu da belirleyen senin babanın penceresidir aslında.Sonuç olarak pencerelerdir bize sahip olduklarımızı,olabileceklerimizi ve olamayacaklarımızı gösteren.Hikayeler bitirip hikayeler başlatan ve hepsinden önemlisi nerede olduğumuzu belli eden.Hayatınıza güzel pencereler açabilmeniz dileğiyle...

15 Eylül 2011 Perşembe

Beşiktaş kazanınca Türkiye'de mi kazandı?

Maça diyecek laf yok.Uzun zamandır bir Türk takımının yabancı bir takıma karşı oyun temposu açısından üstünlük kurduğu bir maç izlememiştim.Dün gece (14 Eylül) Trabzon İnter'i yenmesine yendi ama üstün bir oyunla değil tabiki.Herneyse konuyu dağıtmadan iki takımımıza da Avrupa'da başarılar dilerim.
Esas söylemek istediklerim bunlar değil tabiki.Daha psikolojik açıdan baktığımda gördüğüm şu dur ki maçtan önce "Burada futbol oynanacak, buraya bugün siyaset karışmayacak" diyen Ertem Şener'in bile Beşiktaş'ın 3.golunden sonra ipleri elinden kaçırması Türk milleti olarak büyük devletlere karşı bir "oh olsun" deme isteğimizi bastırdığımızla açıklanabilir. Nitekim daha önce de öyle olmadı mı ? Irak'ta Amerikan askerleri Türk askerlerinin başına çuval geçirdiğinde.Özellikle de milliyetçi kesim çok tepki göstermişti fakat hükümet gerekli sertliği gösterememişti.Hemen ardından çekilen "Kurtlar Vadisi Irak" filmi ile Türkiye Amerika'dan intikam almış oluyordu bizim insanımızın gözünde.Bir nevi içimizde kalan o intikam duygusunun şişkinliğini şırınga ile çekip aldı bu film.Daha yakın bir zaman da olan Mavi Marmara baskınından sonra her nekadar sosyal alemde videolar dolaşsa da İsrail'e karşı oluşan intikam şişkinliği aynı şekilde "Kurtlar Vadisi Filistin" ile alınmaya çalışıldı(Terör örgütü için Kurtlar Vadisi Terör dizi olarak yayınlanmak istendi fakat engelleri aşamadı, yoksa ordan da bir şişkinlik müdahelesi gelecekti)

Bugüne baktığımızda ise İsrail'e karşı oluşan tüm olumsuz tepkilere rağmen İsrail'in Türkiye'den Mavi Marmara ile ilgili özür dilememesi yeni bir şişkinliğe sebep oldu.Bilincli olarak yapmasa da Beşiktaş bugün birçok insan için bu şişkinliği aşağılara çekti.Yarın(16 Eylül) gazetelerde atılacak manşetler bugün Ertem Şener'in anlatmak istediği tarzda olucak "Onların Heronları varsa bizim de kartalımız var".Evet Türkiye bugün İsrail'e karşı sportif zafer kazandı iyi ki de kazandı.Ama Ertem Şener'in dediğinin aksine bu zaferi Heronlara karşı kazanmadı.Bu gidişle de kazanamaz.Kendi sanayisi, teknolojisi ve ekonomisi İsrail'den üstün olmadığı sürece Türkiye böyle olayları siyasete katar ve birileri bu şişkinliği böyle olaylarla hafifletmeye çalışır.
Olmasın böyle.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Facebook Kişilikleri Vol. 2

Facebook kişiliklerini analiz etmeye 2.bölüm ile devam ediyoruz. Bu bölümde daha spesifik karakterlerden bahsedeceğim.

"Tatlı Kız" Kişiliği

Bu kişiliğin en temel özelliği profilini inceleyenlerin “aa ne tatlı kız yaa” demesidir. Profil fotoğrafına baktığımızda çerçevenin büyük kısmını bu arkadaşın yüzü kaplar fotoğraflar genelde yakın çekimdir. Yüz mimikleri olsun, fotoğrafta verdiği pozlar olsun hep aynı mesajı verir görenlere “ben tatlıyım”.Bu karakterin paylaşımları genelde çok beğeni alır. Karşılıksız saf bir niyetle paylaşıldığı düşüncesine inanmamak mümkün değildir. Durum güncelleştirmelerinde ise kızımızın sorunların veya olayların üstesinden nasıl geleceği merakla beklenir. Örneğin “yola çıkıyorum “ yazmış ise bu mesajı görenler ona iyi dileklerini hiç eksik etmez hatta bu iletinin alacağı beğeni sayısı da fazladır. Çünkü tatlı kızımız yollara çıkmıştır ve bakalım yolda “nasıl tatlı paylaşımlar yapacak, nelere şaşıracaktır” sorularının cevabı bu iletiden sonra gelecektir.

"Tarz" Kişilik

Adından da anlaşılacağı üzere bu kişiliklerin belirli bir paylaşım tarzı vardır. Örneğin sadece yabancı şarkı ya da sadece haber paylaşımı yaparlar. Paylaştıkları haberlerde ya da durum güncellemelerinde şaşkınlık duygusu ve “abi bu iyiymiş” havası vardır. Genelde arkadaş çevreleri geniştir. Paylaşımları çok beğeni alır ve sosyal medya da sevilen kişiliklerden birisidir. Hemen hemen herkesin arkadaşları arasında 1-2 tane bulunur.Yeri gelir siyasete, yeri gelir bir arkadaşına laf söyler ama tarzı hiç değişmez.Aynı tonda ve aynı samimiyette bu paylaşımları yapar.

"@" Kişilik

Bu kişinin hayatındaki önemli işaretlerden birisidir “@” işareti. Profilini incelediğimizde bu kişinin sürekli gezen, farklı yerlere giden bir kişi olduğunu düşünmemiz, bu kişinin bize vermek istediği mesajdır. Gittiği ülkelerin ve şehirleri belirtirken, eğlence mekânlarının, bar veya cafeleri belirtirken, arkadaşlarıyla birlikteyken vb. her durumunda yaptığı işi bu işaretle göstererek paylaşır ve yorumlarında “gülüyoruz, eğleniyoruz, kopuyoruz” mesajları vererek. Aynı zamanda özgür bir insan olduğunun ve canı ne isterse onu yapabildiğinin de altını çizmektedir.

"Duyarlı" kişilik

Gerek çevre hakkında olsun, gerek siyasi kararlara olsun duyarsız kalmayan, sonu ünlem işareti ile biten cümleleri çok sık kullanan bir kişiliktir. Yaptığı paylaşımlarda mevcut sosyal kampanyaların tanıtım videoları ve linkleri çoğunlukta olmakla beraber, nostaljik-etnik yerli ve yabancı şarkılarla da “eski”nin yani bozulmamış olanın daha güzel olduğunun vurgusu yapılır. Çok sık paylaşım yapmayan bu kişiliğin paylaşımları fazla takip edilmez ve tabiki belirli bir grup tarafından beğenilmesi de söz konusudur.

Facebook kişilikleri ile ilgili 2 bölümlük yazıyı burada noktalıyorum. Hayatımızın değişmez bir parçası haline gelen sosyal medya da aynı gerçek hayattaki gibi davrandığımızı ve bunlar gibi birçok kişiliği sosyal medyaya da taşıdığımızı görüp bu yazıyı yazmış bulunuyor ve ifadelerin doğruluğuna garanti vermeyerek kişisel görüşlerim olduğunu belirtiyorum.

14 Haziran 2011 Salı


Feysbuk Kişilikleri-1

Facebook, insanların kimliklerini ve kişisel bilgilerini ortaya koyabildiği , nüfus kağıdından sonraki en büyük icat.Kullanım alanlarına baktığımızda ;reklam dünyası facebook üzerinden ilerliyor, bir yerlerde rastladığımız ve sadece ismini bildiğimiz bir kişiyi oradan arıyor, oradan tanışıyor hatta oradaki ilişkileri gerçek hayatta yaşayabiliyoruz.Kişisel profilimiz bizi temsil eden en önemli özelliklerimizden oluşuyor paylaşımlarımız ve durum güncellemelerimiz yine bu doğrultuda oluyor...
Facebook bu kadar hayatımızın içindeyken ve her birimizi "sosyal kimlik" oluşturmak için harekete geçirmişken bende sıkı bir facebook kullanıcısı olarak şimdiye kadarki gördüğüm genel özelliklere dayanarak feysbukçukların kişiliklerini bir arada incelemek istedim ortaya çıkan sonuçların ilk kısmı şöyle:

"Siyasi" kişilik : Bu kişilerin birçoğunun profil fotoğrafı başta Atatürk olmak üzere Türk kimliğini temsil eden tarihi kişilerden biridir.Durum güncellemeleri Atatürk'ün sözlerinden alıntılarla doludur.Paylaşımları mevcut iktidarla Atatürk dönemini kıyaslayan bir yapıdadır.Sürekli ülkeyi kurtarıyormuş havası verirler hatta nasıl kurtarılabileceğine dair çözüm yolları geliştirirler.Bu kişilerin paylaşımları genelde beğenilir.

"Damar" kişilik : Daha çok sevgilisinden ayrılan insanların bünyesinde yaşar.Profil fotosunda kendisinin efkarlı bir fotoğrafı olabileceği gibi "kanlı bir gül", "küçük bir kız çocuğu", "uzaklara yürüyen bir adam " gibi melankolik fotoğraflar da olabilir.Yaptıkları paylaşımlar genelde eski sevgiliye gönderilen şarkılardır.Durum güncellemelerinde ise "kralına yol vermişim,soytarısıyla uğraşamam" türünde ve tarzında iletiler çoktur.Bu tip paylaşımları beğenenler aynı kaderi paylaşan masum arkadaşımızın diğer arkadaşlarıdır.Yorumlarda ise eski sevgile hakaret ya da "o kaybetti" gibisinden moral verici laflar çoğunluktadır.

"Komik" kişilik :Duvarındaki diğer arkadaşlarından ya da üye olduğu sayfalardan bulduğu komik videoları -ki bunlar genelde bir hayvanın yaptığı değişik hareketler , bir gencin yada çocuğun yaptığı ilginç danslar gibi konular etrafında şekillenir-arka arkaya paylaşarak " ohaa yok artık XD" ya da "hehe :D" gibi yorumlarla videonun izlenirliğini arttırmaya çalışırlar.Bu tip paylaşımlar ilk zamanlar ilgi görse de günümüz çok fazla beğeni almamaktadır.

"Hırsız" kişilik : Hayatı copy paste den ibaret olan kitlenin sosyal versiyonudur.Nerede çok beğenilmiş bir söz ya da video var aynısını alır ve paylaşır.Arkadaşları eğer daha önce görmemişse bunu paylaşan kişiye büyük bir hayranlık duyar ve beğenirler.Ünlü kişilerin sözleri , twitter'dan çalınan facebook'a yazılan sözler bu kişilerin temel hedefleridir.Bu kişiliğin en son hali ise "ahaha çok iyiymiş bu ya çaldım bunu :D " şeklinde yapılan bir yorumla kibar bir hal almıştır.

"Taraftar" kişilik : Çoğunlukla futbol takımlarından birinin sıkı bir taraftarıdır.Profil fotoğrafı takımının logosu yada bir oyuncusu olabileceği gibi takımının maçında çekilmiş formalı kendi fotoğrafı da olabilir.Paylaşımlar yine takımın o hafta attığı gollerden ya da şampiyonluğu ne kadar hakettiğini gösteren videolardan oluşur durum güncellemeleri ise yendikleri takımla alay eden yahut @maçta şeklinde gönderilerden oluşur

Şimdilik bu kadar...
İkinci kısımda diğer kişilikleri anlatmaya devam edeceğiz :)

2 Mart 2011 Çarşamba

Ferrari'yi alamayan bilge

Heycanlıydı çünkü uzun zamandır aradığı arabayı sonunda bulmuştu üstelik görünürde bütçesine göreydi tam da bu araç.Vakit kaybetmeden arabayı görmeye gitti,sahibiyle de ilk kez orada tanıştı kısa boylu ,beyaz tenli, göbekli ve işini bilen bir adama benziyordu bu adam.Hesabına göre kendi arabasını bu adama verecek üstüne de para verip sonunda istediği arabaya kavuşacaktı,arabanın etrafında hızlıca bi tur atıp içini de kontrol ettikten sonra "tamam..." dedi.Geriye bir "tamam" daha kalmıştı o da galerici bozması bu adamın önereceği fiyattı.

Bu adam şehrin merkezinde büyük bir kapalı otoparkın sahibiydi,önceleri galericilik yapmasının ve işlerin nasıl yürüdüğünü bilmesinin avantajını iyi kullanıyordu,Arabayı isteyen genç adam ise önerdiği fiyatın iki katının istendiğini duyduğunda pembe rüyası puf olmuştu."Nasıl olur?" diye düşünmeden edemedi kendisi uzun araştırmalar yaparak böyle bir teklif yapmıştı fakat,karşısındaki adamın bu genç adamın vereceği arabanın fiyatını çok düşük tutması işleri karıştırmıştı oysa aracın gerçek fiyatı 3 aşağı 5 yukarı kendisinin tahmin ettiği civardaydı.Patron adam iki araçtanda nasıl kar elde ederim ve zenginliğime zenginlik katarım diye düşünürken genç adam mantıklı açıklamalar yaparak aracın fiyatının o kadar düşük olmadığını kabul ettirmeye çalışıyordu en sonunda patron adamdan daha yüksek bir bilgiye sahip olduğunu da kanıtladı ama bu sadece zaman kaybı oldu onun için.Çünkü hala patron karşıdaki adamdı ve onun sözü geçerliydi.

Sonuç olarak genç adam "buldum" dediği arabayı alamadı ve her türlü numarayı çeviren patron adam ağına düşürecek başka birini beklemeye koyuldu.Genç adam sinirliydi nasıl olur da patrona gerçeği göstermesine rağmen,inatla öyle olmadığını savunabiliyordu bu paragöz adam.Anladı ki arabadan anlasa da anlamasa da bi adamda para çoksa o adamın sözü bişekilde geçiyor.Bilgi para etmiyor ve paranın karşısında çaresiz kalıyor.Para gücü hep bir yumruğun içinde sabit tutup yeri geldiğin sağlam bir şekilde masaya yumruk indirebilirken,bilgi sadece teselli ikramiyesi oluyor bilge için.Anladı ki para sahibi gözüyle seni ezebilirken,bilgi sahibi aklıyla paranın oluşturduğu suni gücü yenemiyor.Sistemin büyük çarkları büyükleri daima büyütürken,küçükleri de sonu belirsiz bir karanlığa yolluyor.Bilgi para etmiyor,paranın satın alamayacağı şeyler arasında yer bulamıyor kendine.
Gerçi paranın satın alamayacağı şeyler arasına girenlerinde o ünvanlarını para vererek koruduğundan şüpheleniorum ama neyse hadi...

10 Şubat 2011 Perşembe

Dön(e)memek

Dönüşler benim sevmediğim kısmıdır gidişlerin,çünkü içinde "yeni" yi ve "eski"yi aynı anda barındırır.Giden insan kendisi için "yeni" yi arayan insandır,bulur da onu.Sonra yaşamaya başlar yaşadıkça sıradanlaşır o "yeni" giden insanın gözünde,sonra giden insan aslında orda olan insana dönüşüverir.Tam sıradan bi hayatı yakalamışken dönme fikirleri yerleşir,artık gideceği aslında döneceği yer onun için "yeni" yi barındırmaktadır ve bunun heycanı giden insanı sarar.Merak eder giden insan,acaba aynı mıdır? yoksa deişmiş midir? diyerekten.Çünkü biz her nerede deil isek oranın deişmiş olmasını bekleriz döndüğümüzde.

Birde işin kalanlar boyutu vardır elbette,her giden ardında kalan insan(lar) bırakır,gitmek kolaydır aslında güçlü ve tutarlı bir beyin ile çözülebilir herşey,ama kalmak için sadece beyin yetmez;beyin gidenin gelme fikrini kalan insana aşılarken kalp kalan insanın temel dayanağı olur,"özlem" i barındırır içinde sevginin büyüğünü barındırır aynı zamanda.Giden insan toplu bir "elveda" ile işi halledebilir ama kalan her insan tek tek "hoşçakal" der o giden insana.Gidipte dönmemek,dönüpte bulmamaktan hangisi en kötüsü diye düşündüğümde,dönüpte bulmamak dönüş için gerekli olan "eski" kavramını kaldırdığı için daha kötüdür.Döndüğün yer gittiğin yer değilse artık döndüğün insanlar eksikse gittiğin zamandan,senin için "yeni" ler "eski" lerden fazladır artık.

En kötüsü ise hiç dönememektir belkide,bir yarın gittiğin yerde kalır bir yarın döndüğün yerde ikiside aynı olmuştur aslında birinin "elveda"sı diğerinin"merhabası" iken dönerken merhaba-hoşçakal a elveda-hoşgeldin e dönüşecektir.

İşte bu yüzden gitmeler kolaydır dönmeler,dön(e)memeler zordur hep.

7 Ocak 2011 Cuma

Bir adam vardı...


>Bigün bişeyleri değiştirmek isteyen ve nerden geldiği belli olmayan bi adam ortaya çıktı,yeryüzünde insanları mutsuz eden ne varsa çıkıp hepsini düzeltmek istedi,artık herkes mutlu olsun istedi.İşe fakirlerle başladı,kaynağı nerden geldiği belli olmayan servetiyle tüm yoksulları paraya boğdu,artık onlar için hayat daha kolay ve eğlenceliydi,ardından başka bir soruna geçti sevdiğine kavuşamamış herkesi sevdiğine kavuşturdu şimdide kimse aşk acısı çekiyorum ben demiyordu ve sevdiğiyle mutlu mesut yaşamaya başladı.Sonra hasta olan insanlara geçti,onların bekleyeni çoktu ama ümitleri yoktu yaşamaya dair,onları iyileştirdi yine nerden geldiği belli olmayan gücüyle,artık hastalık çeken insanda yoktu dünya da.Sonra daha detaylara indi hani o 2 saniye geç karşıdan karşıya geçse ölmeyecek olan adam varya onun 2 sn geç kalmasını sağladı.Birbirine silah doğrultmuş adamların vazgeçmelerini sağladı,bir ülke için savaş kararı almak üzere olan başkana da aynı şeyi yaptı.Derslerin kalan öğrenciyi derslerinden geçirdi,oyuncağı kırılmış çocuğun oyuncağı bidaha hiç kırılmadı,topu hiç patlamadı,bilgisayar oyununda kimse bidaha yenilmedi bilgisayara karşı,trafikte sıkışmış insana trafiği açtı,patronundan azar işiten memuru patron yaptı,interneti sürekli kopan kızın artık internetide kopmuyodu,kimsenin arabası,bilgisayarı,telefonu herhangibir elektronik ya da mekanik aleti bozulmuyordu artık.
Herşey yolunda görünüyordu nerden geldiği belli olmayan adam uzaktan yeryüzünü gözlemlediğinde kimse acı çekmiyor,kimse üzülmüyor,kimse sıkılmıyordu herkes mutluydu

Peki sonra ne mi oldu?.

İnsanoğlu bu nerden geldiği belli olmayan gücü sınırsız bu adamı merak etti,ve tüm dünyaya onun gibi iyilik yapmak için bu adam gibi olmaya kalktı, herşeyi düzelten bu adamın gücünün kaynağını merak edip ele geçirmek istedi,önce başkasının hakkını alıp bu eşitliği bozdu,bunu "o adam" gibi herkesi mutlu etmek için yaptığını söyleyerek,eşitsizlik ardından huzursuzluğu getirdi ve başkalarıda çıkıp bu eşitsizliği gidermek istedi,gidermek isterken ilk eşitsizliğe sebep olan insanlarla karşılaştılar,insanlar ikiye ayrıldı ve sonrada çok kısa zamanda eski haline geri döndü dünya,uzaklardan yaptığı şeylerin hiçbirinin işe yaramadığını gören nerden geldiği belli olmayan adam hüzünlü bir şekilde anladıki insanların eşit olmasıda olmamasıda onları mutlu etmiyor,herşeyi değiştirse bile insan egosunu asla değiştiremiyor.

Bir adam vardı herkesi mutlu etmek istedi,ama egolarına yenildi.